İstanbul, güzel bir kadın gibi
İstanbul, güzel bir kadın gibi...
7 tepesinden de ayrı bakar sana muzip bir kibirle; zira farkındadır güzelliğinin.
Direnirsin; ama o çoktan dolar kalbine. Tanımak, hakkında her şeyi bilmek istersin. Daracık arka sokaklarında hergün yeni bir sürprizle karşılaşınca da yorulur, boşuna çabaladığını farkedersin. Dengesizdir; bir an güler yüzüne, dakikalar sonra solar tebessümü, sen de hüzünleniverirsin. Onun yüzünden sayısız hayal kırıklığı ile savaşıp ağlasan da, gözünde uçuşan pembe tüllerle, aklında yalnızca güzel anılara yer verirsin.
Bu sebeptendir ki, geceleri özenle makyajını sürünüp sahip olduğu tüm mücevherleri takmış bir vaziyette uzanan İstanbul, masum bir kız çocuğunu andıran uykusunda tüm kötü şeyleri zihninizden atıp bedeninize sevgiliyi izler gibi ılık bir mutluluk verir...
Bugün İstanbul’un bu ışıl ışıl uykusuyla huzur bulduğumuz bir restoranı paylaşacağım sizlerle: Mikla Restaurant...
Azimli Bir Girişimci
Mehmet Gürs, Türkiye’nin adı ülke sınırlarını aşmış başarılı şeflerinden biri. İsveçli bir anne ve Türk babanın oğlu olan 45 yaşındaki şefin kültür paletinde, doğum yeri olan Finlandiya da var.
1996’da Nişantaşı’nda “Downtown” ile yola çıkan şef, 2001’de “kara çarşamba” olarak da bilinen, tarihimizin en büyük ekonomik krizinden nasibini almış, ilk eserine kilit vurmuştu. O dönem ayağa kalkamayan birçok yatırımcının aksine Gürs; Nietzsche’nin “Beni öldürmeyen acı güçlendirir.” sözünü doğrularcasına yenilenip yeme içme sektörüne “Lokanta”, “Nu Teras” ve “Num Num” gibi isimleri kazandırdı. Girişimci karakteri ve yöneticilik kabiliyetini de sergilediği bu sürecin sonunda Mehmet Gürs, dünyanın önde gelen gazete ve dergilerinde ropörtajları yayınlanan, yine uluslararası etkinliklere konuşmacı şef olarak davet edilen, yayınladığı kitapların yanında televizyon programıyla da sokakta tanınan bir sima hâline geldi.
2005 yılında kapılarını açan Mikla ise atmosferi ve tarzıyla bu masalın prensesi konumundaydı.
Viking Efsanesi ve Mikla
16. yüzyıldaki ticaret trafiğinde yolu Boğaz’a düşen Vikingler, o dönem gördükleri en kalabalık yer 1000 kişi civarı olduğundan, 100 bin kişilik bu büyüleyici şehir karşısında bir hayli şaşırır ve buraya “Muhteşem köy, büyük köy” anlamına gelen “Miklagard” ismini verirler. Mehmet Gürs’ün çocukluğunda dinlediği bu Viking efsanelerinden yola çıkarak adlandırdığı restoranı Mikla, Marmara Pera Otel’in en üst katında yer alıyor.
Manzara insanın nefesini kesecek cinsten! Ayasofya, Sultan Ahmet, Galata, Boğaziçi... İstanbul’un tüm simgeleri size terasta göz kırpıyor.
Tarihi Yarımada’yı ayaklarınızın altına seren restoran, Gürs’ün tarihe olan gizli tutkusuyla, çağdaş bir İstanbullu yaratma fikrini ortak paydada buluşturan bir tarza sahip. Hem şık, hem de samimi... İçerisi 120 kişilik kapasiteye sahipken, uçan martılarla göz göze gelmek isteyenler için terasta 40 kişilik yer mevcut.
Oldukça sade, beyaz dekorasyonu ile dikkatinizi manzaraya yönlendiren bar kısmı ise, yemek öncesi bir şeyler yudumlayabileceğiniz, karanlıkla beraber hoş bir ışıklandırmaya kavuşan keyifli bir köşe.
Serviste en ufak ayrıntılar bile gözden kaçmıyor. Servis elemanları hem bilgili hem de olması gerektiği kadar ilgili.
Müşteri profilinin %65-70’e yakınını yabancılar oluşturuyor. Yani Tomtom Suits’te Sevgili Kaan ve Aylin şeflerin Nicole Restaurant’ına yakın bir oranda turist gözlemliyorum.
Mikla 2012’ye dek, şefin Türk ve İskandinav birikimini aynı elekten geçirdiği, Nordic mutfağın etkilerini taşıyan bir menü ile misafirlerin karşısına çıkarken ; sonrasında Gürs’ün “Anadolu Mutfağı” araştırmalarına yönelmesi ile çizgisini biraz değiştirdi.
“Çiftçi olmadan yemek, yemek olmadan gelecek yok.” diyen Gürs, topladığı bir ekiple Türkiye’nin malzeme haritasını çıkartmak ve yeme içme kültürünü ortaya koymak için çalışıyor. Temelinde ise amaç “Türk Mutfağı nedir? Eskiyi doğru bir şekilde anladıktan sonra,bugün üstüne neyi, nasıl koyabilirz? Yeni Anadolu Mutfağı için neler yapabiliriz” sorularına bir cevap bulmak.
Mikla, bu kapsamda tamamı yerel malzemelerden oluşan 3 Aşamalı a la Carte Menu (160 TL) ve de bir Tadım Menüsü (240 TL) sunuyor.
Ufak tadımlar ile başlayan gecede, zeytinyağının yanında gelen ekmek, akılda kalıcı bir lezzete sahip değil. Yani sıcak ve çıtır lokmalarla dolu beklentimizi karşılamayan ekmek daha iyi olabilirdi.
Sebze ve zeytinyağlı tabağı çiğ ve başka yöntemlerle hazırlanmış soğan, roka, bezelye, turp gibi bileşenlerden oluşuyor. Oldukça düzgün, taze ve yerinde malzeme seçimi ile damağımızı hoşnut eden bu yemek, gecenin en iyilerinden.
Balık ekmek adlı bir sonraki tabak, şekli ve sunumu ile restoranın imza yemeklerinden biri hâline gelmiş durumda. Mehmer Gürs’ün ne yazık ki HES’lerin kurutmuş olduğu derelerden topladığı taşlara attığı çentikler, kıtır sardalya ile zeytinyağlı ekmeği destekliyor. Limon aroması da alabileceğiniz yemek fena değil; fakat bir nebze daha “deep fry” dediğimiz formda olmalı.
Kuru Bonfile tabağında tuzlanmış ve kurutulmuş dana bonfile, domatesli ezme, nar ekşisi, turp ve isotla servis ediliyor. Üzerine minik rokaların serpiştirildiği yemek lezzetli olsa da, mevsim bakımından biraz ağır bir yemek.
Lagos balığı, menünün sadece tadına bakıp çatalı masaya bıraktığım yemeği. İyi muhafaza edilmemiş, donuk olan balık kokusuyla da yeme isteğini bastırıyor. İstanbul gibi bir yerde olup da balığın taze kullanılmamasını restorana yakıştıramadığımdan bu sunumu fotoğraflamıyorum.
İncik Trakya kıvırcık kuzunun, sucuklu bezelye ve pazı, kimyonlu taze patates kreması ve fesleğenli domates ile buluşmasıyla ortaya çıkıyor. Zeytinyağlı sebzeler ile başarılı bulduğum bir diğer yemek.
Peynir ve bal tabağı, İzmir Bergama tulumu ve Gürcistan sınırındaki bir köyden göç etmiş balı soframıza taşıyor. Oldukça lezzetli bu sunumdaki tek sıkıntı porsiyonların komik derecedeki küçük boyutları. Damak hoşluğu bile olamayacak miktardaki peynir ve bal, daha fazlasını istetecek cinsten.
Tatlı faslına geçtiğimizde ikram edilen kazandibi, ballı leblebi, ekşi elmalı sorbet, hardaliye, pekmezli yoğurt ve kendir tohumu ile bambaşka bir mertebeye erişmiş, oldukça güzel bir deneme.
Tadım menüsü size 6 kadeh yemeğe uyumlu içki sunuyor (120 TL). Restoranın kavı tatmin edici. Bu doğrultuda seçimlerimizi aşağıdaki gibi kullandığımız liste, yemek boyu güzel bir eşlikçiydi.
Daha Çok İşbirliği
Mehmet Gürs, Türkiye’nin değerli şeflerinden. Anadolu Mutfağını, yabancı dokunuşlarla sergileyen, füzyon mutfak denemelerini ülkemizde gerçekleştiren ilk kişilerden biri. Şimdi de iyi niyetle, çok kıymetli araştırmalar içerisine girmiş vaziyette.
Gastronomi alanında ülkemizdeki en büyük problemlerden birisi, iki elin parmakları kadar az olan değerli şeflerin, birbirlerini olması gerektiği kadar sık ziyaret edip fikir alışverişinde bulunmamaları. Nitekim Türk Mutfağını tanımlamak, başına “yeni” sıfatını ekleyebilmek için sağlam ve mantıklı adımlar atmak gibi harika bir amaç için daha çok işbirliği gerekiyor.
Mikla; “Sanırım İstanbul’a aşık oluyorum!” diyebileceğiniz bir manzara eşliğinde, iyi bir servisle, hoş bir akşam geçirebileceğiniz şık bir restoran. Yemekler elbette kötü değil; ancak ben Mehmet Gürs’ten çok daha fazlasını beklerdim.
Lezzetli bir masada, İstanbul’a dalıp gitmek isteyenlere önerilir...
Ağız tadınız ve keyfiniz bol olsun...
Bu Yazıyı Paylaş
Fauna, son dönem lezzet düşkünlerinin kadrajına sıklıkla takılan bir İtalyan. Böyle dediğime bakıp da aklınıza popüler ve ağdalı bir İtalyan restoranı getirmeyin. Zira şef İbrahim Tuna’nın derdi ünlenmek değil, üretmek…
İzmir'in klâsik sokak yemeklerinde başı çeken söğüş, yemek için zaman tanımayan tatlardan biri...